Kimlik ve Kişilik
Kendinizi tanımlayacak bir kendilik tasarımı var. Bu kendilik tasarımı dış dünyadan bizi ayıran ruhsal bir çeteleme var biz kendimizi bir şekilde tanımlıyoruz. Bu tanımın içerisinde inançlarımız değer yargılarımız, beyinlerimiz, yetilerimiz diğerlerine olan benzerliklerimiz farklılarımız, farklılıklarımız belki da aykırılıklarımız var. Peki, bunlar nasıl oluşuyor acaba. Bunları biz kucağımızda mı buluyoruz, kendi iradelerimizin tercihleriyle mi oluşturuyoruz biz sentez mi yapıyoruz bizi biz yapan faktörler nerden geliyor onu düşündük mü acaba. Bu tabii uzun bir yolculuk ortasında bir taraftan bir bebeğin erişkin bir varlık haline dönüşmesindeki geçirilen evrelerdeki yolculuk söz konusu olduğu gibi, bir taraftan da her birimizin özünden insanlık tarihini geliştirildiği evrimsel yapımızın iz düşümlerini bulmak.
Ben şöyle bir kimlikteyim, benim özelliklerim şu, hobilerim şu, işte filan arkadaşlarla frekansım tutuyor filan tutmuyor. Filanla uyumluyum filan uyumsuzum. Filan insanın yanına gittiğimde kendimi huzurlu, dingil, sakin hissederken birilerinin yanında öfkeli, kızgın çelişkili hissediyorum. Ne oluyor da böyle hissediyoruz. Evet, bunun hikayesini anlamak için ruhsal yapının kombinasyonlarını biraz atomlarına gitmek gerekir. Maddeyi bugün anlayabilmek için nasıl bir atom ve molekülün elektronlarını, nötronlarına ve butonlarına yapısını anlamaya çalışıyorsak. Ruhsal yapı dediğimiz yapının da atomlardan başlayan bir gelişim süreci var.
Bu yapı henüz annenin kucağında iken organik bir bileşenlerinden ibaret olan o muhteşem dizayn edilmiş küçük bebeklikten yavaş yavaş ilk dışardan gelen dataları içeriye serpiştirmesiyle başlıyor. Bu ne demektir bir bebek bedel dediğimiz bir demir kafesin içine yani vücut sınırlı deriyle kaplanmış olan vücudu dış dünyada kendisini ayıran şey. Dış dünyada içeriye bir demir kasa düşünürseniz beş ana deliği var. İçerden dışarıdan haberdar olabilmesi için beş ana delik. Yani beş ana duyusu var. Komple bir kasa bu deliklerden bir tanesi görme duyusu yani ışığı oyumları. İkincisi tat duyusu. Üçüncüsü işitme, dördüncüsü koku, beşincisi tüm vücudunuzu kaplayan derinin her biri metresine binlerce reseptörün bulunduğu dış dünyaya algılayan sistem deriz.
Havayı sıcaklığı soğuğu basıncı, bunları ölçer milyarlarca reseptörün bulunduğu beşinci duyumuz derimiz. Dış dünyayla ilgili bilgilerimiz bu beş tane deliği verdiği bilgiyle bağlıdır ve bu deliklerin büyüklüğü sizin alma kapasiteniz belirliyor. Mesela gözlerimizdeki alma kapasiteniz belirli frekanstaki ışık şiddetini algılar onun dışındaki yok kabul ederiz. Kulaklarımız belirli frekanstaki sesleri algılar onun dışında yok kabul ederiz. Derimiz belirli ağırlık derecesindeki şeyleri hisseder. Onun dışında yok kabul ederiz. Keza diğer duyularımızda aynı şekilde. İşte bu duyularla insan dışarıda haberdar olur. İşin ilginçtir bu beş duyu dediğimiz duyu bugün çok iyi elimiz-ayağımız tutuyor, görüyoruz anlıyoruz tamamını bunların hepsi algı olarak alındıktan sonra elektriksel bir enerjiye dönüşür kodlanmış elektriksel potansiyele, reomal dediğimiz sinir sistemimiz vasıtasıyla bu beş duyudan alınan, algılar beynimize kodlanmış elektriksel sitimuslar halinde ulaşıyorlar. Bu elektriksel sitimusları daha sonra anlama ve kavrama merkezlerin ortak hareketi, a ben seni gördüm diyor. Bu ne demektir bir ücre bir ücreye bir ücrede sekiz on iki nolu elektriksel sitimus eşittir seni gördüm diyoruz. Tabi bu sonsuz sayıda kombinans inanılmaz sayıdaki elektriksel sitimusların kombinansyonuyla oluşmuştur ve biz bunlara görme diyoruz daha sonra koklama diyoruz, tat diyoruz. İşte insanoğlunun içinde ben ötekini ayırt edici bir sistemi yokken, bebeğin annesiyle olan ilişkisi ile başlayan süreçte ben ve öteki kavramlarıyla oluşan beynimizin gelişim düzeyine uygun dışarıdaki sistemin elektriksel kayıtları kayda başlar. Hatta anne rahminde başlıyor. Ama hiçbir anlamı yok bunun ışığın, rengin tadın kokunun birbirinden ayırt edilmesi dahi mümkün değil. Bir müddet sonra bu beş duyudan gelen duyuların farklı farklı duyular olduğu beyin merkezinden ayrıştırılıyor, bu ayrıştırmadan sonra bunlar entegreye gidiyor hafıza kayıtlarına alınıyor ve karşımızda annemiz varsa annemizi tanır hale gelir. Yani annemizin fotoğrafını içerdeki hafıza kayıtlarına kaydedilmesi söz konusu, biz annemizi anne olarak bilmeyiz zaten karşımızda bir canlı vardır. Canlıyı hergün gördüğümüz için ilk hafıza kaydına aldığımız şey odur. Bu bir bakıcı olabilir baba olabilir, amca olabilir hatta da bir hayvan bakıyor olabiliyor. İşte bu ilk dışarıda alınan ilk inputlar hafıza kaydına kaydedildikten sonra, sistemi müthiş bir gelişme ile dış dünyanın bir kopyasını beş duyu ile içeri nakşeder, adım adım gelişir çok çok ilginç bir süreçtir. Yani biz buna dış dünyadaki dünyanın aynısını gözünü kapattığımızda içerde varlığına aynı aksini hissedilmesi veya yaşantılanması diyoruz. Nesne tasarımlarının içselleştirilmesi, nesne prezantasyon yani dış dünyanın kopyası içimizde olması. Evet, bu süreçte dış dünyayı içimize alırken bir anlam yüklü değil sadece beş duyu nötrü olarak canlılara cansızlara ayırt ediyoruz, yakın olanları uzak olanları ayırt ediyoruz ve anne babanın indirek ve direk eğitim süreçleri de hoş olanlar ve hoş olmayanlar sevilecekler ve sevilmeyecekler şeklinde sınıflandırmalar peş peşe bize geliyor. İşte tam bu sırada bizim ne olduğumuzla ilgili bir süreç başlıyor. Kimliğimizin ilk çekirdeği şimdi ben sizlere bakıyorum. Sizleri beynime işliyorum mu nakşediyor mu gözümü kapattığımda sizler benim karşımda yine duruyorsunuz varlığını devam ettiriyor sistem. Şu anda hepimiz gözünüzü kapattığınızda boğaz köprüsünün yerinde durduğunu hatırlayabiliriz ama bilmiyoruz ki boğaz köprüsü beklide çöktü ama bizim reset tasarımlarımızda bıraktığımız kayıttaki gibidir.
Biz bu anı gerçekten düşünmeyiz zihnimizdeki tasarımları en son paus yaptığımız durdurduğumuz haliyle karar veririz ve düşünürüz. İşte dış dünya ile ilgili algılamalarımız bu şekilde on yılı görmediğimiz arkadaşımızın on yıl önceki hatırası, kaydı vardır. Aradan çok yıllar geçmiş ama biz on yıl önceki arkadaşımızı hatırlarız. Çok değişmiştir bizde o da ama en son haliyle karşılaştığımızda şaşırırız. Tuhaf oluruz işte düş dünyayla böyle resmederken sizleri ben beynime ve ruhuma kazırken sizlerde aynı şekilde beni beyninize algılıyorsunuz dinliyorsunuz. Sesimi görüntümü duyularımı hislerimi almaya çalışıyorsunuz. Fakat ben sizleri ruhuma alırken aynı bebekte annesi ve çevresini ruhuna alıyordum, ama kendisinin nasıl bir şey olduğuyla ilgili bir tasarımı yoktur. Peki, ben neyim, sizin insan olduğunuzu canlı olduğunuzu burada sandalyede bulunduğunu anlıyorum, idrak ediyorum. Peki, ben neyim ben kendimi görmekten aciz bir varlığım hele bebek döneminde ne olduğumu bilemiyorum. Kendim hakkında nasıl bir tasarımım olduğuyla ilgili bir bilgimde yok ama şu an ben kendi gözümü kapatınca ve sizlerde gözünüzü kapatınca ve sizlerde gözünüzü kapatınca, kendinizle ilgili nasıl bir şey olduğunuzla ilgili bir tasarımınız var. Evet, doktor Tahir Bey konuşmacı olarak bulunmak, evet insanlar sizi dinliyor kendimle ilgili kendinle nasıl bir varlık olduğuyla ilgili bir düşüncen var diyor bir tasarım var. Bu tasarım gerçeklere uyabilir veya uymayabilir. İşte bu tasarım ilk ne zaman oluşur. İlk kendiliğimiz ne zaman oluşur. Bu ilk olarak altına haftadan sonra doğumdan sonra. İlk bir yaşına kadar süren süreçte annenin bakışlarında oluşur. Şimdi ben burada kendimi ne hissediyorum neden iyi hissediyorum biliyor musun sizler bana iyi bakıyorsunuz değerli insanmış gibi bakıyorsunuz ve kendimi sizin bu bakışlarınızın ve yüzlerinizdeki ifadeden değerli ve önemli hissediyorum. İşte annemde bana bu şekilde baktığı için ben kendi tasarımlarım içerisinde dünyayı nakşederim. Onun içerisinde ona bakan bir insan olarak kendiliğimde onun içine oturtuyorum diyorum ben değerli ve önemli biri kişiyim ne olduğunu bilmiyorum ama onun yüzündeki bakış hele hele annenin tapacakmış gibi bakması çocuğuna benden müthiş bir ilk çekirdek ilk otom ben çok önemli bir kişiyim olağanüstü bir kişiyim inanılmaz. Annem dışarıdaki insanlara nesnelere hata kocasına bana baktığı gibi bakmıyor hatta ona zaman zaman azarlıyor, kızıyor ama bana aman tanrım mucuk mucuk deyip kucağına alıyor seviyor.
İşte her insanın, şanslı her insanın öyle bir annesi varsa ilk kendilik çekirdeği sağlam temel üzerine atılır. Fakat bu hayatın gerçeğiyle bağdaşmayan bir şey. Biz annemizin bu bakışlarını daha sonraki hayatımızda çevrede bekliyoruz. Aynı şekilde bizim çok önemli çok değerli hatta evrenin odak noktası olduğuyla ilgili kanaatimizin diğer insanlar tarafından desteklenmesini bekliyoruz. Ama o böyle değil bizde sıradan yedi milyar insandan bir tanesidir. Tarihsel süreç içerisinde milyarlarca insanı geçmemiş insandan toz kadar özelliği olmayan zavallı birisiyiz. Bunu kabullenemeyiz bunu kabullenmek için sistemin ikinci basamağı devreye girmesi gerekiyor. Anne, zaman zaman bu çocuğa kötü bakmıyor ne zaman kötü bakıyor bir anne çocuk altına çiş yapar aman tanrım doldurmuşsun altını o yüzündeki ifade pisliğe bakar gibi bir bakıştır. Çocuk bunu anlamlandıramaz. Aman tanrım ben ne kadar pis bir şeyim ne kadar kötü bir şeyim ve ikinci bir çekirdek koyar oraya yersiz yetersiz dışlanmış bir çekirdek. Peki, ben kendimi iyi hissediyorum şu anda ben gayet iyiyim de aramızda bir kısım arkadaşlar çıksa tepkiler bana kötü kötü baksalar arkamdan hakaret etseler kendimi kötü hissederim. Ne kadar aldırmamaya çalışsam da kendimi kötü hissederim. Er olarak askerlik yaptım bedelli askerlik. Komutan bana kıyak geçti sevdi beni entellüktüel sohbetler yaptık, günün birinde vali çağırdı böyle bir masada malum sayın komutanımız eşleri ve kızları vardı. Altıyüz kişiden yemekhanede subay er ve işçi vardı. Binbaşıyı çağırdı yemekte herkes durdu bende erler ve subaylar arasında oturmuş olan özel bir masada yemek yiyordum. Binbaşıyı çağırdı binbaşı geldi o yüzbaşıyı çağırdı yüzbaşı geldi. Yüzbaşı teğmeni çağırdı herkes bekliyor ne olacak diye teğmen başçavuşu çağırdı. Başçavuş benim yanıma geldi. Komutanım seni istiyor dedi. Aramızda on metre var. Bütün sistem beni çağırmak içinmiş, ne yapacakmış dedim kadın budu köfte yiyor boğazında böyle kadın budu köfte duruyor, utanmadan olaylar seyrediyor yuttum karşısında selam duracaksın. Ben gittim komutanım tam karşısına selam durdum herkes altı yüz kişi yemeği bırakıp beni seyrediyor. Şimdi vali beyle sayın komutanım konuşuyorlar duymuyorum iki metre önlerindeyim ardından hanımları kızları konuşuyorlar tepeden tırnağa beni böyle bir süzüyorlar. Üzerimde çuval gibi bir er elbisesi kafam sıfır numara tıraş göbekte şişko bir tip olarak orda kendimi çok iğrenç hissettim. İnsanlar böyle maymuna bakar gibi karşısına aldılar bir söz yok. Muhatap alamıyorum niçin geldiğimi bilmiyorum. Muhtemelen belki benim için iyi şeylerde söylemişler. Doktordur, yazardır, çizer vs. araştırmacıdır ama ben burada beş dakika kendimi annemin bana pislikmiş gibi baktığı dönemi hissettim ve içimde çok büyük bir öfke kapardı. Şu masayı dağıt diye, kendimi zor tuttum. İşte ne oldu orda o bakışlar beni böyle süzerek aşağılayarak yapılan bakışlar ne kadar orda kendimi iyi hissetmeye çalışsam da kendimi tutmamı zorladı. İşte içimizde iki tane tutkumuz var. Her zaman hayatın her döneminde olacak karşıdaki insan bize değer veriyor önemli hissettirerek bakarsa kendimizi iyi hissederiz. Anne karnındaki kucağındaki o güzel dönemlere gideriz. Karşıdaki insan bizi aşağılayarak değersizleştirerek bakarsa ne kadar ayakta kalmaya çalışsa da kendimizi kötü hissederiz. İşte ne kadar olandan sıyrılıp dışarıdaki bakışlardan sıyrılıp kendi datamızı kendi işleyen kendi bilenk taşını belirleyen kendi ayarını kendi veren bir birey olabildiğinizde işte o zaman olgun güçlü kendi içinde kendi yeterliliğiyle doymuş bir birey haline gelmişizdir. İşte ilk dönemde bebekte bu hikaye bu şekilde cereyan ederken iyi veya kötü kendi kavramları iki ayrı şekil olarak varlığını sürdürüyor. Ne zamana kadar dört beş altı yaşına kadar, dışarıdaki bakışlar çocuğu ya iyi yapıyor ya kötü yapıyor. İşte dört beş yaşlarında eğer sağlıklı bir ebeveynin varsa bir takım kızgınlıkları ve beklentileri arkasında mantıksal bir yapı olduğunu ya yaramazlık yapmıştır ya kurallara uymamıştır ya da yeteri kadar fedakârlık yapmamıştır. Anlamında ne negatif bakışın arkasındaki bir mantığı kavradığında sistem entegre olup tek bir kimlik haline dönüşür. İşte bu kimlik dönüşünde biz dış dünya ile ilgili anlam işlememe diyoruz ve o dönemde temel yapılarımızda bir yaşında başlayan bir şey var. Özel konumlar kimse bize hükümran olmasın kimse bizi yönetmesin ve yönlendirmesin. Bu hepimizin temel ihtiyacıdır. Özgürlük çocuk bir yaşına geldi mi yürümeye başladığı andan itibaren bırak beni diyor, bırak ben yerim, bırak ben yürürüm. İşte bu esnada anne baba çocuğun bağımsızlık arayışını destekler ona olabilecek tehlikelerden çocuğu koruyarak onun varoluşuna izin verirse bağımsız, özgür ilk bir bireyin çekirdeğini atıyor. Yok, anne korkar, baba korkar veya çekilir veya çocuğun bir özgürlük arayışı annenin iktidarına vurulmuş bir hançer olarak kabul edilirse anne bebeğin özgürleşmesini bloke edecektir. Ve çocuk özgürlük arayışlarına korkacaktır. Bağımsız iş yapabilme kapasitesine engelleyecektir. Otuz yıl sonra karşıma geldiğinde bu arkadaşım korkak, ürkek, yalnız başına iş yapamayan hep birilerinin onayını bekleyen bir yapı ile karşılaşıyoruz. Kaynak nerde bir ile üç yaş arasında annenin o çocuğun otomatik olarak doğuştan genetik olarak getirmiş olduğu özel davranma isteğinin aile tarafından bozulmasıdır. Bir başka arkadaşımız bir ile üç yaş arasında o kadar kıymetli bir bebek ki o negatif tarafından hiç göstermiyor. Benim oğlum, kızım tanrı bana bahşetmiş istediğimi istediğim şekilde çok açılar çektim bu çocuğuma hiç açı çektirmeyecem der, bir dediğini iki edilmiyor. Gak dedikçe et, guk dedikçe süt derler ya böyle bir ortamda büyütülüyor. Otuz yıl sonra bana geliyor diyor ki, ya doktor bey benim hiç arkadaşım yok ki, hangi ortama girsem beni dışlıyorlar anlamıyorum. Ne yapıyor bu arkadaşımız densizliğiyle, kural tanımazlığıyla insan ilişkilerindeki empatiliği bilmemezliği ile karşısındakine saygı ve sınır koymadan her yerden her şeyi hak ettiğine inandığı için insanlar bir iki sabır gösteriyor düşünce kaşıyorlar. Sebebi de annenin o sevgiyle örgüleştirmeye çalıştığı aman tanrım benim bir tane canım hayatım dediğim üzerine titrediği yavrusu hayatın gerçekliliği karşısında tuz buz olmuş doktor doktor dolanıyor. Böyle bir yapı. Demek ki her şeyin bir süreci var zamanı var. Bu dönemde bizim tercihlerimiz var sosyal, siyasal, inanç değer yargılar. Zannetmeyin bunları siz kazandınız. Bunlar size direkt olarak bulduğunuz ortamda empoze edilen şeylerdir. Daha sonra empoze edilen bu bilgileri siz aklileştirerek savurmak durumundasınız. Bu inanç değer yargıları dışarıya yorumlama şekliniz, evreni yorumlama şekliniz iki dönemde netleşir. Birincisi iki-üç yaşında bir yaşından sonra. İkincisi ergenlik dediğimiz onüç ile yirmiüç yaş arasındadır. Bu ne demektir, fiziksel bir ihtiyaç aslında fizyolojik bir ihtiyaç, psikolojik bir ihtiyaç ne derseniz deyin. Yani etrafta bulunan malzemeyle ne tür ilişki kuracağına karar vermek isteyen bir bebek bir kaosun içine düşer. Masa ne işe yarar, sandalye ne işe yarar, koltuk ne işe yarar, tuvalet, mutfak ne işe yarar bunlar yenilir mi, içilir mi, ne zaman, hangisiyle ne kadar iletişim kurulur bu kaostan bebeğin kurtulabilmesi için model olan etrafındaki anne ve babanın o eşyayla nasıl iletişim kurduğunu görür. Eğer anne babanın tercihleri o eşya ile iletişim şeklinde özel bir model oluşturulmuşsa o model çocuk tarafından içselleştirilir kişiliğin temel yapısı olur. Ne demek kişiliğin temel yapısı bir masayla ile bir sandalye yada dışarıdaki herhangi bir nesneyle diğer bir insanla ilişki şekli oniki tane kalıp altındadır. Dünyadaki bütün yeni lider insanları bir araya toplayalım, bir nesnede diğer bir insanla ortalama iletişim şekli oniki gruba kümeye ayırabiliriz. Bunun alt kümeleri olabilir ama bu oniki küme nedir. Anne ve baba birbirleriyle ilişki şeklini veya gelen misafirle yapılan ilişki şeklini çocuk tarafından içselleştirmesidir. Yani kişiliğin ilk oluşum sürecidir, çok gururlandığımız kişiliğimiz veya hepimizin kendine beğendiğimiz Notelin dediği gibi yahu Allah ne kadar adaletsiz demiş kızmış kızmış daha sonra şehre dolanmaya çıkmış, insanların kimi aptal, kimi ahmak kimi akıllı, kimi başarılı kimi becerikli kimi beceriksiz ya siz kendi aklınızdan memnun musunuz demiş? Çok memnunuz demişler bir daha dünyaya gelseydik kendi aklımızı isterdik dönüşü yok yarabbi ne kadar adil davranmışsın sen. Evet, herkesi kendilik tasarımı kendisi için müthiştir. Başkaların gözünde, alçak veya yüksektir. Bu oniki kişilik örgütlenmesinde birincisi taralorid yapı, şüpheci bir annenin babanın çocuğu şüpheci olur, güvensiz olacaktır. Pencereye güvensiz yaklaşıyor, kapıya güvensiz yaklaşıyor gelen insana güvensiz yaklaşıyor tüm mimik, jest, davranış, hareket duygu, sezgi hep bunu veriyor çocuğa ve çocuk bu oluyor. Şizoid yalnız başına yaşamayı tercih eden insana sosyal ilişkileri yok. İzole bir hayat asosyal bir yapı çocuk bunu öğreniyor ve bakıyorsunuz sınıfta yalnız başına kalan bir çocuk. Okullara giderim bazen ilkokullara kenarda bakarım çocuklar cıvıl cıvıl ama aralarında birkaç tanesi kenarda yalnız başına kalan onlar gruplarda hoşlanmazlar tek başına bulunmak onlara daha rahat gelir. Çünkü anne babaları da öyledir. Üçüncü grup şizoid var. Nesneler elle tutulur gözle görülür. Beş duyuyu alınır bir ortamda olduğu bilen bir yapı ailede problem yoktur. Ama aile bir takım ruhsal varlıklardan bahsediyor. Büyüdür, sinirdir, nazardır, cinlerdir, perilerdir, cadılardır çocuk şu masada şu ortamda bulunan varlıkların ötesinde bir takım garip varlıkların onun hayatına mudahil olabileceği şeklinde bir ortamda yetişiyor. Ve ondan korunmak için bir takım anne babanın garip davranışlarını izliyor. Nedir, kurşun dökme muskalar yazdırma bir takım ritüyeleri yerine getirme ve çocukta bunlardan koruduğunu kabul ediyor. Dünyanın her yerinde var. Amerika’da da var, Japonya’da da var Türkiye’de de var. Herkesin dini inançlarını ve kültürel atmosferin uygun olarak ama tablo her yerde aynı Şizoid panaljenli insanlar.
İkinci grupta narsisistik bencil sadece kendini beğenmiş kendine tapan insan ya annenin çocuğunu bu şekilde kutsaması ya aile bireylerine model olarak narsist yapı içerisinde bulunması her şey hak etmişlik duygusu içerisinde kurulması. Antisosyal vicdan yok haz var hazı tatmin için polise yakalanmadan, devlete yakalanmadan her şeyemubah. Anne baba böyle bir yolu tercih ediyor, oğlum diyor bugün iyi gasp yapabildin mi pazar yerinde iyi cüzdan yürütebildin mi. Eğer polise yakalanmadan yürüttüyse evde kutlama yapıyorlar alkışlıyorlar. Böyle bir hayat antisosyal yani psikopat yapı dediğimiz yapı genellikle ceza evlerinde bulunanlar, suç işleyip yakalanlar. Diğer bir grup borderline biraz önce kendi iyi veya kötü hisseden yapının dört beş tane sistemin kapamaması yarım kalması. Hayat boyu hep kendini dışarıda aynalandığında iyi hissettiğinde iyi, kötü bakışları olduğundan kendini kötü hissetmesi. İyi olduğu zaman müthiş iyi, kötü olduğu zaman müthiş kötü. Distronik, yüzeysel duygular var anne baba yüzeysel ilişkiler kuramıyor kahkahaları yüzeysel, ağlamaları yüzeysel. İnsan ilişkilerinden bir sığınık var. Derinliğine bir ilişki derinliğine bir dostluk kurmak becerisi yok anne babadan. Çocukta bunları gördüğü için diğer insanlarda ilişkilerinde hep yüzeysel ilişki içerisinde. Şurada sizinle köpeği öldü diye ağlar, arkasını döner beş dakika sonra kahkahalarda kırılır. Şurada sizin anneniz veya çocuğunuzun öldü diyelim sizden daha kahrolduğunu söyler köşeyi döner dönmez bir başkasının anlattığı fıkrayı kahkahalarla gülebilir, onun için gayet doğal değişkendir. Diğer bir kişinin görüntüsü bağımlılık kişilik anne baba birbirine bağımlı, birbirinden ayrı hareket edemiyorlar. Çocuk hep hayatta birilerine bağımlı olma mecburiyetinde hissediyor. Çekimser kişilik anne baba çekimser korkak ve ürkek çocuk çekimser olur.
Anne baba mükemmelci obsesif komposif ayrıntıcı kurallar müthiş evet içeriye girildikten sonra bu çizgiyi geçemezsin ayakkabıyı burada çıkaracaksın palto ceket buraya asılacak. Eller yıkandıktan sonra içeriye gireceksin. Hiçbir yerde toz yok, her şey simetrik böyle bir evde çocuk mükemmelci obsesif komposesif olacaktır. Yani duygular önemli değil kuralları var yeter, kuralların çocuğu pasif agresif tepki gösterecek ama pasif durarak tepki gösteriyor.
Radyon sertifik başkaları için kendi heder ve kurban ediyor. Ama kendi için bir şey yapmıyor. Bunlar ana kişilik örgütlenmelerin çocuk tarafından modellenmesidir. Çocuk bu modelleri aldıktan sonra nesneyle ilişkisi kolaylaşır. Artık anlam kazanmıştır, neye nasıl davranacağı bellidir. Kaostan kurtulmuştur. Ne zamana kadar ergenlik dönemine kadar, onüç yaşına geldi mi çocuk kıyamet kopar oniki onüç yaşında kıyamet kopuyor. Ne oluyor her şey patlar, bir kere hormonel yapı bir anda değişir vücudun fiziği değişir. Zihninizdeki kendilik tasarımını onbir oniki yaşındaki küçükler bir çocuk yaramaz afacanda ne dersiniz. Ama bir iki yılda boy atmış diğer insanlar adam gibi bakıyorlar artık eşek kadar adam olmuş utanmıyor musun böyle gitmeye diyor. Ya ben çocuğum daha. Fark ediyor ki içerdeki tasarımı ile dışarıdaki insanların bakışları farklı. Çünkü o boy atmış, vücudu büyümüş, hanım kızımızın göğüsleri çıkmaya başlamış, delikanlının hafif sivilceleri tüyleri çıkmaya başlamış ve insanlar bunu farkına varıyorlar. Ama o buna hazır değil ki her şey yıkılıyor. İşte bu dönemde hormonal pompalamayla beraber cinsel duygular ve cinsel yapıtlar değişiyor. Karşı cins dönem arzediliyor. İşte bu dönemde aynı bir yaşında çocuğun isyanı gibi ikinci bir isyan hakkı tanılıyor. Oğlum kızım dünyayı tanıdın, bilgilerin yeterli artık yeniden kendini istediğin gibi inşa edip yapılandırabilirsiniz sana ikinci bir fırsat tanıyoruz. Yaş oniki onüç. Oniki onüç yaşındaki bir çocuk ilk yaptıkları şey ebevynelere isyan etmek aynı bir yaşında olduğu gibi. Bırak artık benim hayatıma girme, karışma benim hayatıma dünyanın en iyi anne babası da olsanız o dönem isyan dönemidir. Çünkü yapı böyle bir epigenetik açılım gösteriyor. Ben tekrar özel olmak istiyorum tamam beni büyüttünüz yetiştirdiniz, yedirdiniz, içirdiniz ama gölgenizi istemiyorum üzerimde çekilin utanıyorum sizden. Anneler babalar geliyorlar bana ya doktor bey bir dediğini iki yapmıyoruz. Odasında her şey var, inanın ki canımızdan kıymetli ama bir asileşti, bir tersleşti, biz bir diyoruz o iki diyor, biz iki diyoruz o bir diyor olmaz böyle bişey. Ya doktor bey bak dışarıda soğuk hava yağmur yağıyor oğlum şu montunu giy, kızım şu kabanı giy tam giydiriyorum çıkartıyor çöpe atıyor olmaz ki bu böyle. Ne yapıyor aslında delikanlının bir derdi var, hanım kızımızın tek bir derdi var kimse üzerinde iktidar gölgesi olmadan hayatını kendi belirleyebildiği ve kendisine ispat etmeye çalışıyor. Anne babalar üzüldükleri ve sıkıtılandıkları için onu habire kontrol etmeye çalışıyor. Kontrol ettikleri her şey çocuğun tepki göstermek mecburiyetinde olduğu datadır. Kontrol etmek istemediği hiçbir şey üzerinde çocuğu ilgilenmez, bakar hangi alanlarda benim üzerimde kontrol var. Ders çalışmamı, çalışmaz dersi, erken gelmesi mi, geç gelir, uykudan uyanma saatimi, geç uyanır, yatma saatimi geç yatar. Neyse sizin istediğiniz onun tersini yapabilme gücünü bulabilecek ki hayatı size rağmen ayrı bir varlık olarak sürdürebileceğine olan yetisi ve inancı pekişsin. İşte bu dönemde anne ve babaların dönemde olgun bir şekilde karşılar, çocuğun daha büyük tehlikelerden koruma şeklinde takip eder ama onun özgürlük alanı kendilerine bırakırlarsa o dönem sessiz sakin atlatılır. Bu dönem çocuğun ebevylerine karşı tepkisel dönemdir. Kimlik dediğimiz şey kişilik dediğimiz şey veya değer yargılar dediğimiz şey anne babanın inananın tersini yapmaktır. Anne babayı gıcık etmek için onun inandığını, değer verdiğinin tersinden saygı duymaktır. Burada çocuk rol denemeleri yapar henüz ne olduğunu kendi bilmemekte. Ama bir çembere ihtiyaç var, bir kimliğe ihtiyaç var. İşte kimliğin oluşum hevesi bu onüç ile yirmi yaş arasında bir sıvı düşünelim, sıvı içinde koyduğu nesne tasarımları o güne kadar getirdiği tüm tecrübeler. Onu bir kaba koyacak bu kap farklı farklı kaplardır. Şişeler yani kimlik şekillenmesi ben neyim kendini tanımlarken, kendini tanımlayacağı bir kaba ihtiyaç vardır. Ben özgürlükçüyüm ben hümanistim ben yardımseverim, ben mütevaziyim, ben hayvanlara aşığım, ben doğa dostuyum, ben milliyetçiyim, ben dinciyim neyse onun bir çembere ihtiyacı vardır. Bu çember evde anlamlandırmanın onun hayatını çok kolaylaştıracaktır. Bu dönemlerde çocuklar hem ailelerinden aykırı düşünmek hem de rol denemeleriyle toplumun kabul edeceği bir rolü başarmak, o rolü kalıcılığı temin etmek, hem de dünyayı anlamlandıracağı bir dünya görüşüne sahip olmaktır. Her toplumda bu dönem bu şekilde oluşmaktadır. İşte biz bu dönemimizde anne babamız etrafımızda bireyler ve insanlar bizi çok sakin dinleyebiliyor, değer veriyor, her fikrimizi tartışmaya açabiliyor, yargılamıyor. İşte o zaman biz hissediyoruz ve biz bir değeriz ve biz bir bireyiz cidden alay edilmeden, dalga geçilmeden aynı diğer insanlara yapıldığı gibi kendisine bir muamele yapıyor. İşte bu değer olmada birey olmada özel olma duygusu yavaş yavaş içselleşiyor. O dönemlerde çocuk rol denemelerinde kendini tanımlayacak futbolcudur, çalışkan öğrencidir, resmi iyi yapandır, müzisyendir, iyi koşandır, temizdir, tertiplidir, yaramazdır, afacandır, kahramandır, sinemada iyi anlayandır, doktor olacak olandır, mühendis olacak olandır, avukat olacak olandır, ticaret yapacak olandır. Ne yapıyor bir sürü rolleri deniyor. Bu dönemler onbeş gün sürer bir hafta sürer, bazen birgün sürer. Ben bu dönemde bir saz merakım olmuştu. Gitmiştim harçlığımdan bir saz almıştım böyle acayip saz çalacaktım. Kucağıma aldım sazı fakat böyle sazın tellerine vuruyorum ama radyodaki gibi çıkmıyor ses. Ben hemen çıkacak zannediyordum bir iki uğraştıktan sonra yarım saat sonra bu işin bana göre olmadığını anladım ve bıraktım. Baştan tabii ailemiz hani biliyor oniki yaşında onüç yaşında bir delikanlı sazcı mı olacak yani doktor olmasını mühendis olmasını beklerken anne baba şekil vermeye çalışıyor. Belki üzerime baskı kurup sakın ha saz çalmayacaksın deselerdi bugün belki iyi bir sazcı olabilirdim. Böyle bir rol. İşte bu rollerden bir takım roller toplum tarafından onaylanan değerli bulunup da taktir edilirse bu rol kalıcı bir role dönüşür. O bizim kimliğimizin ana ekseni diyoruz. Bu manada eğer akıllı bir ebevyin isek çocukta hangi rollün kalıcı olmasını istiyorsak bütün stratejilerimizi onun üzerine yapabiliriz. Yani olumlu değiştireşler ona saygı duyma, ama müthiş yapıyorsun, istemediğiz şey ile ilgili olarak da belki eeh idare eder dersek bu rolden çocuk veya çevre vazgeçmeyi temin ediyorum. İşte bu yapılar onüç ile yirmi yaş arasında kimliği ve kişiliği bunun harmanlamasından kendine ait bir tarz çıkabilir. O yaşa kadar anne babanın strateji veya kopyası olan yapı anne babanın haricinde öğretmenler idol edildiği insanlar, arkadaşlarından almış olduğu rol örneklerinden rol frankmanlarından onları bir güzel tekneleri hamur gibi yoğurup kendine has bir hamur inşa yapıyor bir kek yapıyor, bir kumaş yapıyor. Ama onunki diğerlerinden farklıdır. Ama içine girdiğinizde başkalarından almış parçalardan oluştuğunu görürsünüz. İşte bu kimlik yapısı kendi içinde dengeli ise, kendi içinde sağlıklı ise, kendi içinde rasyonel ve reel yapılar içeriyorsa toplumsal ilişkilerinde nesne ilişkilerinde doygu, dingil, huzurlu, barışık, üretken ve sevecen bir yapıyı ortaya çıkarıyor.
Tabii kimlik değimiz şey, kendimizi tanımladığımız şey her zaman bu şekilde mümkün olamamakta. Tek bir eksenin etrafında ana bir mehenk taşının şablonun etrafından birleştirilmiş bir kimlik çoğu zaman yapılandırmak mümkün olmamaktadır. Çünkü kimlik dediğimiz kendilik tasarımlarımız tabi bebeklikten itibaren her dönemde ayrı ayrı CD’ler farklı kimlik parçalarımız var. Şimdi beş yaşındaki on yaşındaki, onbeş yaşındaki, yirmi yaşındaki hallerimizi düşünecek olursak her birinde kendimiz ayrı insanlarızdır. Algılarımız ayrı algılardır. Bir süreç geçiriyoruz. İşte bu süreci ilerlerken zaman zaman bu süreci takılmaya uğradığı dönemler vardır. Yani travmalar, kayıplar, dışlanmalar, aşağılamalar, cinsel tacizler, ölümler, hastaneler, sakat kalanlar, fiziksel yapımızın bir kısmı kaybetmeler, aşırı korkular. Bu dönemlerde o cılız yapımız kimliğimiz olaylara karşı kendisini korumaktan aciz. Bugünkü yetilerle donatılmış değil. O zaman kendine ait telafi edici bir takım stratejiler kuruyor. Mesela kendini değersiz hisseden bir çocuk arkadaşları tarafından dışlanmış kendini kötü hissediyor, eve geliyor anneden babadan istediği bir takım şeyler var alınmamış ve kendilerinin kendini önemli olduğunu hissetmek istiyor. Ne yapıyor bu çocuk önce yaramazlık yapıyor, bağırıyor, çağırıyor, ağlıyor. Eğer bağırması çağırması, ağlamasını fayda ederse yani istediği sonucu ulaşırsa bu yapı çocukta bir kimlik fragmanı olarak bir ego yapısı olarak kalıcı hale dönüşüyor. Kendini iyi hissetmenin yolu daha sonraki dönemde müdüründen bişey isteyecek, kavga çıkarmak istiyor mesela. Eşinden bişey isteyecek her seferinde kavga çıkartıyor. Kaynağına indiğiniz zaman çocukluk döneminde ebevy ilişkilerinde kendi taleplerini bağırarak, çağırarak yerine getirmiş bir sistem orda aktifleşmiş oluyor. Veyahut da bir başka çocuk eve geliyor annesine babasına bağırarak dileklerini yerine getiremiyor ama küsüyor, odasına çekiliyor çıkmıyor, yemeğe gelmiyor annesi buna çok üzülüyor ve çocuğun odasına geliyor onu pışpışlamaya çalışıyor. Diyor ki aman oğlum evladım kızım haydi canım hayatım bak babana bakma hallolacak, alınacak diye onun gönlünü yaparak yemeğin başına getirtmeye çalışıyor. Bu çocuk ne öğreniyor kendini kötü hissettiği zamanlar küs sen olur mu olur. Bir hanım arkadaşımız bana geldi ya kimse bana değer vermiyor dedi. Neden değer vermiyorlar. Herkes yemeğe gidiyor bunlar çok üst seviyedeki zeki arkadaşlarımızın çalıştığı bir iş alanı bilgisayar alanında, programcılık alanında. Ben arkadaşlara küstüm onlarla yemeğe inmedim. Peki, onlar gelip benim gönlümü almadılar ve ben bir haftadır yemeğe inmiyorum. Hepsi Allahın belası, pislikler. Peki dedim ablacığım yarın git yan masada oturan Ayşe Hanım var ya Ayşe ya ben bir haftadır yemeğe gitmiyorum bunu fark ettin mi diye bir sor bakalım. Sen benden nefret ediyor musun sor bir bakalım. Nasıl sorarım aman tanrım biliyorum kesin eminim. Sen sor bu senin tedavin görevin reçeten. Ertesi gün gitti sordu. Ayşe şöyle cevap verdi; peki farkındayım sen inmedin mi? İnmedim. Niye inmedin peki. Ama çağırmadınız ki. Ama sen bilgisayarda başını kaldırmıyordun ki iş vardı diye şey yapmak istemedik seni. Sıkıntıya sokmak istemedik. Bu kızımız hep çağrılan olduğu için arkadaşlarından da böyle bir çağrılma onayı bekliyor. İlk defa bize böyle bir gerçeği öğrenme konusundaki cesaretlendirilmemiz sonucunda kullandığı telafi edici stratejinin ne kadar hatalı ve yanlış olduğunu. Arkadaşına sevilmek sevişmek istiyorsan direkt olarak duygularını ifade edersin. Ayşe ya da Fatma ben seni seviyorum. Çocuk çocuk küsme reaksiyonu oluyor. Ve bizim hanım kızımızda o annesinde babasında öğrendiği her zaman pışpışlandığı stratejiyi orda uygulamaya çalışıyor. Ama o insanlar anne babaları değil, onun ne hissettiğini bilmiyorlar. O arkadaşları onu çok seviyorlar. Ama o arkadaşları hakkında o kadar reurelaks sistemler kurduğu kafasında onlar onu sevmiyorlar ve yemeğe çağırmıyorlar en büyük delili de buydu. İşte biz bu telafi edici strateji dediğimiz strateji çocukluk dönemlerinde alan ego parçalarımız bugünkü insan ilişkilerimizi belirliyor. Biz ve ötekiler kavramı. Aile içerisinde böyle bir kavram oluşturulmuş. Biz biziz onlar onlar, biz buradayız onlar gâvurlar, biz şuyuz siz busunuz. Ne oldu hep kategorisazyon yaklaşımıyla bir sistem öğreniliyor. Şimdi ben grup terapide arkadaşları alıyorum. Şimdi, grup terapisinde 10-15 arkadaş oturuyoruz. İlk grubumuzda, ya ne hissediyorsun diğerleriyle ilgili duygularını söyler misin diye. Arkadaş şimdi ya bu arkadaş çok zengine benziyor işte üzerinde filan marka gömlek var, ya bunun ayakkabıları çok fakir, ya bu araba modeli gayet iyi bakıyorum bu arkadaşımız gözünde dünya fakir zenginler kategorisinde. Çünkü aileden öyle bir kategorizasyon işlemiş. Diğer bir arkadaş bunu anlayamıyor ya nasıl diyor sen gömleğin markasına bakarsın falan diyor, sen hangi fakülteyi bitirdin diyor, sonra bir ilkokul mezunu gibi görüyor şaşırdım doktora yapıyormuşsun hayret ya beni şaşırtınız diyor. O arkadaşa bakıyorsunuz diğerlerin eğitim seviyelerini ile ilintili insanları kategorize etmiş. Diğeri bakıyor diyor siz herhalde çok günahkâr birisiniz arkadaş bu çok dindar yüzüne bakınca öyle benziyor diyor. Bakıyorum dindar ve dinsizlik spektulümda bizden ve ötekilerden. Bir başka arkadaşım grup arasında hangi siyasi görüştesiniz diyor. Abi ben anladım zaten bizdensin diyor. Siyasal yapılanma. Ne oldu aslında baktığınız zaman insanlar dünyaya anlam yüklerken böyle at gözü gibi şemalarla bakıyorlar. O kadar şey kaçırıyorlar ki böyle bakarken halbuki bunlar sadece insan vasıflarından kimlik parçalarından bir tanesi. Kendini tanımlayacağı özelliklerden birtanesi. Orda ailesinin kendine entegre etmiş olduğu biz ve ötekiler kavramı onu dünyayı anlamlandırmak için ana ölçüsü olmuş. İnsanı bütün olarak algılayıp, insanı insan olarak değerlendirip yaklaşım tarzı maalesef o arkadaşımızda olmuyor. Olmayınca ne oluyor dünyanın büyük bir kısmı türkaka konuşabilecek iletişim kuracak çok az insan var kendine kısır bir dünya oluşturuyor. Halbuki insan olarak hepimizin duyguları, düşünceleri, öfkeleri, kızgınlıkları, beklentileri cinsellikleri aynı. Doğudan batıya hiçbir fark yok. Amerikalısından Türkiyelisine, İranlısına, Japonyalısına, ingilizine hepimizin aynı mekanizmaları oluşan bir sistemine bürünüyoruz. Sadece bu süreçte biz kendimizi bir kabın içine koyup isimlendirebilmemiz için kimlik olarak bir şeye ihtiyaç duyuyoruz. Buda doğal bir şey. Bu farklılaşarak, özelleşerek kendimizi birey olmanın birey hissetmenin temel yapısı. Şimdi tabi bu yapılar entegre bir şekilde kimlikte oluşursa onun doğal süreçleri var. Bu değişkenliğe gelene kadar yani sıfır yirmi yaş arasına o ebevylerin sağlıklı olduğu dengeli olduğu, geliştiği bir vizyonu olduğu çocuğun bu dönemlerdeki ihtiyaçlarını anne baba olarak karşılayabildiği ile ilgili temel bilgileri var. Böyle bir süreçte çok entegre çok sağlıklı bir kimlik gelişiyor. Bu insan hep kendisiyle barışık çevresiyle barışık, pozitif bir insan, üretken bir insandır. Olumsuzlukları olsa bile onları atlatabilecek kadar olgun bir yapısı var. Yani kayıpları karşısında yassını yaşayıp bunu kabullenebilen bir insan. Felaketlere hazır bir insan, başarılıda başarısızlık da bu insan için aynı derecede ehemmiyete sahip. Çünkü onun için mühim olan gayretkar olmak. Gereğini yapmak hedefe yönelmek ama bir de var bu yapılarda patolojik süreçler işlemiş. İşte biraz önce vermiş olduğumuz küsme olayın da, bağırarak, ağlayarak taleplerini yerine getirmeye olayında veya işte cinsel taciz olayında veya şiddete muhatap olmuş. Geliyor delikanlı şiddet muhatap olmuş ne yapmış amcası dayısı tarafından cinsel tacize muhatap olmuş. Ergenliğe girer girmez veya daha ergenlikten önce angresörle özleşleşme dediğimiz savunma düzeneği perspektifinde o saldırganın ruh dünyasında yaptığı tahribatı has bedeli ödetmek için kendini saldırganla özleştiriyor ve saldırgan oluyor kendisi. Ne yapıyor kardeşine tacizde bulunuyor. Kuzeninde tacizde bulunuyor. Hep hayatında o travmayı yenebilmek için tacizci insan olmak zorunda kalıyor. Ne oldu yolun bir tarafından fragman takıldı o dönemde kendini korumak için yapılmış olan bir tedavi stratejisi tüm hayatını bir kabuk olarak hayatını negatif etkileyen bir sürece dönüşmüş oldu.
Bu yapılar dünyayı anlamlandırma yapılarımız daha sonra her bir yaş da her bir kişiden vizyon gelişmesinde değişim, değiştikçe dünkü bendim bugünkü ben aynı değildir. Dünkü değer yargılarımız, bugünkü değer yargılarımız aynı değildir. Dünkü inandığımız inançlarımız, bugünkü inandığımız inançlarımız asla aynı değildir. Sabah inandığımız tanrı ile akşam inandığımız tanrı farklıdır. Ne kadar tecrübenizle darağacınız gelişir ise algılamanız ve anlamlandırmanız o derecede değişir ve genişler ve zenginler. İşte bu manada baktığınızda terör, hukuk, suç gibi kavramları da düşünüyorum zaman zaman. Adam katil olmuş, hasta olarak bir suç işlemiş ve tutuklanmış ve müh ebet hapis cezası vermişsiniz. On yıl kalmış cezaevinde o insan o kadar değişime uğramış ki, o insan o kadar farklı yapı olmuş ki o ego sistemi tamamen farklı bir insan. Sadece on yıl önceki hücreler taşıyor. Acaba cezalandırdığımız kimdi burada. Cezalandırdığımız on yıl önce o suçu işleyen mi, on yıl sonra ondan pişmanlık duyup çok farklı bir kimlik görüntüsü içinde olan yapımı. Bir sonraki cezalandırma ne kadar adil bir şey. Şimdi tabi bu ego yapıları hepimizden farklı yerlerde farklı aktivasyonlar gösterecek. Biz kendimizi bir bütün hissederiz. Fakat aslında çoğu zaman bir bütün yapımızda yoktur. Bir mühendis arkadaşım terapisini sürdürüyorum bir kişilik analizini yapıyorum, çok heyecanlı çok zeki, süper bir arkadaşımız A olayını anlatıyor, A olayında dataları işlemlerken mükemmel, muhteşem bir aklı yetenekte bir sonuca gidiyor. Fakat aynı arkadaşımız B olayını işlerken bu sefer bir önceki olayı işlemiş olduğu verileri ve datalarını tam tersine yönden kabullenme bir başka sonuca gidiyor. Yani kişiliğiniz temel ihtiyaçları nerde ne şekilde tezahür ederse bütün sistemi ona uygun çalıştır haline getiriyor. A olayında sistem farklı çalışıyor, B olayında farklı çalışıyor, C olayında ve bunları birbirinden farklı çalıştırdığı göremeyecek kadar sistemi kilitliyor. Biz buna bir insanın hayatında varolabilmesi için gerektiğinde kendini aldatabilmesi, kendini kandırabilmesi, farklı ego steyinleri aktifleşmesi diyoruz. Tabi böyle bir yapı o anda göreceli bir şekilde sistemin içinde kolaylaştırırken bir taraftan da çeşitli sorunların oluşmasına zemin hazırlanmakta. Biz biziz derken şu anda kendimizi kendimiz hissederken, burada bizi dinlerken bir kendilik tasarımımız var. Acaba bu kendilik tasarımı senle devamı aynı mı. Dışarıya çıktığımızda cadde de gezerken, bir arkadaşımızla buluşurken, işyerimizde çalışırken on yıl önceki arkadaşımızla görüşürken aynı kimlik yapılar mı oluyor. Çoğu zaman hayır. Zihnimizden ego steyenler dediğimiz farklı olaylara karşı farklı yaşantılar hissettiğimizde eksper yaptığımız kimlik ve kişilik görüntüleri var. Bu kimlik ve kişilik görüntüleri karşımızdaki sistemin indirgemesine göre bir insan aktifleşir. Bunlar tamamıyla birbirinden zıt da olabilir. Ama biz kendini hep aynı insan gibi hissederiz. Eğer bu sistemdeki ayrışma ego steyenler birbirinden çok çok uzak özelliklere sahip ise bir insanın beyninde birkaç tane ayrı kimlik ayrı ayrı yaşabilmektedir. Buna çoğul kişilik diyoruz. Rahip olan var içinde, katil olan var, çalışkanı var, tembeli var. Sizin dışarıda gözlemlediğiniz bir kimlik için cadde de bir esnaf alışveriş yapıyor çok hoş bir arkadaşımız, hoş geldiniz diyor. Ama bu arkadaşımız içinde ikinci bir kimlik parçası zaman zaman aktifleşiyor. Bu insan bu dönemlerde cinayet işliyor. Cinayet işledikten sonra kimlik değişiyor, öbür kimliğe. Öbür kimlik cinayet işlediğinden habersiz. Mesela biz sık sık bundan hafif düzeyde olanların arkadaşlara sorarız, ya zaman zaman eve geldiğinde ne zaman aldığını hatırlamadığın eşyalar oluyor mu? Eşya almış eve bişey almış fakat kim aldı diyor bunu diyor. Nasılsınız. Bir ego steyler durumu farklı bir kimlik parçasında almışsınız getirmişsiniz haberiniz yok. Daha basit bir soru bir yolculukta giderken bir yandan yolun on kilometre yirmi kilometre arabanızla geçtiniz ama hatırlamıyorsunuz. Ya ben ne zaman geçtim bu yollardan. Dalıp gittiğiniz dönemlerde farklı bir ego steyler parçası aktifleşmiştir. İşte bunlar fragmanlar küçük kayıplar. Bunların büyük bir sistemde oluşumuna çoğul kişilik özelliği diyoruz. Bunlar hipnotik trans altında ayrı ayrı kişiliklerle konuşuyoruz. Bir onların kontrolleri ayrı bir kişilik var bunlar birbirleriyle kavga ediyorlar. Birbirleriyle niye kavga ediyorlar onlar her bir olay için kendilerini korumaya almış ego parçaları aslında. Travmaya karşı, öfkeye karşı, kızgınlığa karşı. Acaba biz kimlik ve kişilik derken içimizdeki hangi parçayı kastediyoruz. Biz hangisiyiz. Şimdi o fragmanları aktifleşmesi için de bir arkadaşımı ben karşıma aldığımda analiz yaptığımda, incelediğimde bir sürü kimlik özellikleri çıkıyor. O arkadaş bunlardan hangisi. Biz hangisiyiz. Nedir zaman zaman grupsal dayanışma veya grup etkinliği içerisinde aktifleşen kimlik parçalarımız var. Zaman zaman sevgilimizle iletişim halinde olduğunda oluşan bir kimlik parçalarımız var. Zaman zaman yalnız başımıza kaldığımızda oluşan kimlik parçalarımız var. Ve bunlar birbirleriyle ayrı ayrı daireler halinde ayrılmış. Eğer bu kimlik parçaları birbirinden haberdar, birbirlerine fazla tezat değil ise, işte ben zaman zaman öfkelenirim, zaman zaman kızarım, zaman zaman şu olaya böyle bakarım, damarıma basma böyle bir tarafımda var derken farklı kimlik görüntüleri ve parçalarının özelliklerinden bahsediyorlar. O parçalarımız hayatı bize daha kolaylaştırmak için edindiğimiz tecrübeler sonucunda kalan şemalarımız, tabularımız. Bunlar birbirinden çok kopuk olduğu zaman birbirinden habersiz yaşıyoruz. Peki, insan ne, nasıl karar veriyor, ne yapıyor işte tüm bu birikimlerin sonucunda yaşantılarımızın sonucunda kendimizi kendimiz olarak hissettiğimiz yapılar var. Bu yapılardan merkezi olan yapı var, birde onun altında ondan farklı özellikleri, hususiyetleri, olaylara bakış tarzları farklı olan kimlik parçalarımız var. Birde yaşlara göre kategorize edebileceğimiz beş yaşında, on yaşında, yirmi yaşında, otuz yaşındaki ayrı kimlik parçalarımız var. O dönemin kimlikleri. Bazı olaylarda renklese oluruz yani, kimliğimiz geriler. Beş yaşındaki, on yaşındaki, onbeş yaşındaki insan o günkü kimliğimizle davranabiliriz. Yani bugünkü gücümüz stratejimiz bu olaya baş etmeye yetmez, on yıl önceki davranış şeklimiz bir andan ortaya çıkabilir. Bunlar hepsi hafıza kayıtlarında böyle sistem olarak mevcut. İşte bu kişilik gelişimi, kişiliğin izahı varoluş şekli bir temel ihtiyaç. Bu temel ihtiyaca kendinizi tanımlama insanoğlunun en temel ihtiyacı. Bunu özgürce tanımlayabiliyorsa, özgürce kendinizi ifade edebiliyorsa, paylaşabiliyorsa ve bu kimlik parçalarımızdaki entegrasyon birleşmiş boş birlerine tezat olmayan özellikleri içeriyor, aynı bir saatin içinde dişlerin ahenkli bir şekilde birlikte dönmesi gibi kimlik parçalarımız birbirleriyle uyumlu ve ahenkli dönüyorsa sağlıklı bir kişilik ve kimlikten de bahsediyoruz. İçeriği hiç önemli değil, şu, bu, yani meslek olarak, eşya olarak, inanç olarak, değer yargısı olarak bunlar içerik, içerik hiç önemli değil sistemin sağlıklı çalışması, sistem sağlıklı çalışmıyorsa siz ne koyarsanız koyun, hangi inancı koyarsanız koyun, hangi değer yargısını koyarsanız koyun sistem bozuk çalışır. Hepsinde huzursuzluk çıkar. Bilmiyorum anlatabiliyor muyum? Yani siz E5, E6 karayolunu ulaşıma açık tutamıyorsanız dünyanın en iyi arabalarını koyun en kötü arabalarını koyun gitmez, problem olur. İşte kişilik yapısı dediğimiz veyahut bizleri teradütlerden hastalarımızda veya arkadaşlarımızda ulaştığımız şey getirdikleri inançlar ve değer yargıları değildir. Onları dinlemeyi onların özelidir. Problem onlarda değildir. O sistemi çalıştıran ana yapılar sağlıklımıdır ona bakıyoruz. Sağlıklı düşünebiliyor mu, sağlıklı algılayabiliyor mu, sağlıklı yorumlayabiliyor mu dadaların hepsini değerlendirebiliyor yoksa kafasındaki o hatalı şemaları şablonları uydurmaya çalışıyor. Kendisi farklı kimliklere ayrı ayrı entegre olmuştur. Birbirine tezat bunların bir entegrasyona tabi edecek kapasitesi yok. Her bir olay karşısında ayrı bir kimlik parçası aktifleşiyor buda dışarıda görünen insanlar için bir tutarsızlık oluşturur ama onun içinde başka şansı yok. Böyle bir sistemde bu farklılığı artırır yeniden yapılandırma ve konsıt rasyon bir sistemde bu o saatin dişlerine ters çalışanın o saate ahenk içerisinde olmasına çalışıyoruz. Evet, ben genel olarak konuyu burada bu şekilde özetleyeceğim. Konuyu açmak ve soru cevap şeklinde tartışmak isteyen arkadaşlar olursa böyle bir fırsat vermiş olacağım. Konuyla ilgili açıklamasını isteğiniz veya detay istediğiniz farklı boyutta katkısı olamayan arkadaşlar olabilir. Buyurun..
Katılımcı: Aileden gelen bir davranış biçimidir. Bizim ailemizin elli çok açık, bize de bulaşmış çevredeki insanlara çok fedakârlık yaparız, çevremdekileri ne yardım ettim. Yalan dolan, üçkâğıtçılık gibi şeyleri hayatta hiç sevmem. Karşımdaki insanlara da o gözle asla bakmam ve yaklaşmam. Fakat karşıdaki kişiden uyanıklık üçkâğıtçılık gibi hareketler geldiği zaman bir iki genelde üçüncüde ilişkimi kesiyorum. Hayatta bir daha yaklaşmam, konuşmam böyle bir davranışım var. Siz bunu nasıl açıklarsınız?
Şimdi bu anlattığınız şey şema diyoruz. İnsan ilişkilerini belirleme şeması. Şöyle bir cümle sarf ediyorsunuz bu olabilir diye yorumluyorum, sizin özelinizi şahsınızın detayını bilmediğimde genel şemalardan ve şablondan bahsedebiliyorum. Kişinin en önemli temel ihtiyaçlarından birisi değerli olduğunu hissetmek ve karşısındaki insan tarafından onaylanmak ihtiyacıdır. Karşıdaki bir insanı onaylamak için çok önemli ya annemizin bizi sevmesi gibi bir şey. Bu onaylanmayı eğer bireysel bir takım yetkilerimizi yapamıyorsa karşıdaki insanı doyurmak yanı ne anlamda duygusal olarak doyurmak duygusal olarak ona çok hoşsun çok iyisin dediğinizde ona geri bildirim hoşnutu vardır. Neyle doyurmak yemek yedirmekle içirmekle, ihtiyaçlarını gidermekle, bir çantasını tut taşımakla, bir vidasını sıkmakla, böyle bir beklentisi yok ama siz onun ihtiyaçlarını pat diye tespit ediyorsunuz. Öncelikli olarak ve cani gönlünde isteyerek onun ihtiyacın gideriyorsunuz. Bunun psikoloji tercümesi şu lütfen beni sevin, ben senin isteklerini vereceğim, beni önemseyin, beni değerli kılın böyle bir şablon içerisinde bulunan ebebeyninin çocuğuna bu kalıplarında davranışsal olarak öğrenir model içeriği bilmez modeller. Mesela böyle bir yapı narsisist kişilik örgütlenmesi dediğimiz örgütlenmenin de bir grubunda olan mekanizmadır. Narsisist yapılar incinmeye ve eleştirilmeye karşı çok hassastırlar bir kısmı çok kabadayıdır çok ukaladır ve her yerdedirler. Bir kısmı o kadar naif o kadar hassastırlar ki değil insanların ihtiyaçlarını önceden düşünerek herkesin ihtiyaçlarını karşılar. Ben suya uzanacağım su bitmiştir, fırlat bir tanesi suyu getirirler o bizim ihtiyaçlarımızı önceden karşılıyor ki bizde onu incitmeyelim diye. Böyle kadife bir halka anlamında, bu insanlar zannedersiniz ki çok sevecen, çok kibar her insana yardıma koşarlar, ama o insanlara terapi seanslarda o kadife yapının arkasında çelik yapılar olduğunda nasıl bir patlak veriyorlar bilemezsiniz. Müthiş öfke krizlerine girerler, müthiş saldırganlaşırlar ne oldu bir strateji bu diğer insanlar tarafından sevilme stratejisi olabildiği gibi bunu daha sonra ne yapıyoruz aktifleştiriyoruz, hayır yapmak güzel bir şeydir. İnsanlara yardım edin diyoruz vs. bu daha sonraki bir sistemdir.
Katılımcı: Sevmek için dediniz ya o bana biraz ters geldi. Merhamet oluyor özellikle mesela yetim çocuklara yardım gibi düşünüyorum.
Ben düşünmüyorum da siz düşünüyorsunuz. Neden diye soruyorum o zaman. Ben de merhametli olduğuma inanıyorum ama yetim çocuklara, tinerci çocuklar var hepimiz görüyoruz, bir kısmı ışıklarda bir tanesi geliyor huzursuz oluyorsun para veriyorsun. Niye para veriyorsun bizden daha mı değerli diye düşünüyorum mesela. Nedir bu. Merhamet güzel bir şey ergenlik döneminde kimlik inşa edildikten sonra erişkinliğin yapıldığında kendi tercihleriyle kendi dünya görüşüyle insanlara yardım etmek onun iradesiyle isteğiyle eylemi yapması anlamını taşır. Ona saygı duyarız. Ama bu ergenlikten itibaren otomatik olarak yapıyor ve onu yapmadığı zaman huzursuz oluyorsa orda sistemi başka bir şey var diye araştırırız. Orda birçok neden bulunabilir.
Katılımcı: Peki bu şey mesela şu anda o insana yardım ediyorsunuz ve o insan gidiyor bir daha görmüyorsun ondan ne gibi bir beklentin olabilir ki?
Onu da şöyle izah ediyoruz biz. Psikolojik gerçeklikle ilgilenmez zihnimizdeki tasarımlar var gerçeklikte bir sefer yardım yapabiliyoruz, bir ömür boyu o tasarımı zihnimizde kullanacaksınız.
Katılımcı: Teşekkür ederiz.
Estağfurullah. Yardım etme ben böyle bir insana filan gibi yardım etmiştim diye kullanılacak bir malzemedir. Sizi suçlamak için söylemedim. Bu kendine aykırı böyle destekle yapmışsanız çok hoş bir şeydir. Takdir edilecek bir şeydir.
Katılımcı: Tanımladığınız patalojik kişilik yapıları obsesif, komposif, şizoid, paraoid vs. bunların tedavisi mümkün müdür? Normal mı?
Bunların tedavisinde ilaç yok bunlarla ilgili biz bunlara eksen iki bozuklulukları diyoruz. Uzun süreli psikoterapi programına gelindiği zaman bunlardan bir kısmı düzeliyor. Yeniden bir yapılandırma sürecide yaşanıyor. Bu da daha çok dinamik psikoterapi dediğimiz psikoterapi süreçlerinde hekim ve hasta ilişkilerinde sanki anne ile çocuk arasındaki tekrar buluşması gibi duygusal olacak işlemlenmesi, sağlıklı mekanizmaları ve şemaları uzun sürebilir.
Katılımcı: ilaç mümkün değil diyorsunuz?
İlaç bazı hastalıklarda tedbir olarak verebiliyoruz. Örneğin öfke nöbeti olanlar sara nöbeti olanlar paradoit yapılarda. Ama bunlarda yüzde yüz olan hastalarda iyileştirmek için değil sendromu yardımcı olarak yapılır. Ama kişilik yapısı düzeltmez o çünkü sanal bir programdır. Bir softweridir. Softweri ancak yeni bir yazılım yüklerseniz değişir. Hardweri bozukluğu değildir.
Katılımcı: Çocuklar anne arasındaki ilişkilerinden bahsettiğiniz bunun belirleyici olduğunu söylediniz. Peki, çocukla baba arasındaki ilişkiler çocuğun modern olma açısında özellikle erkek çocuğun babayı model aldığı algılar gibi bu ne demek acaba?
Burada anne derken çocuğa bakan kişiyi kastediyordum. Yani bunun baba da olabileceği veya bir hayvanda olabilir. Kim, bakıyorsa onun arasındaki doğal ilişki. Çocuk ilk üç yaşında ikili ilişki içindedir ben ve öteki bu bakıcı ile kendi arasındadır. Bu anne olabilir teyze olabilir, baba veya amca olabilir. Üç yaşını doldurduktan sonra çocuk zihinsel kapasitesinde mental yapısı bir aşamaya uğrar, bu aşamada çocuk cinsel ayırdı mı yapabilecek bir mental olgunluğa ulaşıyor. Erkek ile kadını fark ediyor. Erkek ile kadını fark edince kendisinin hangisine ait olduğunu anlamaya çalışıyor. Erkek çocuk babasını ait olduğu kız çocukta anneye ait olduğu o cinsten olduğunu fark ediyor. İşte bu noktadan itibaren cinsel kimlik ayrışması ve cinsel problemleri başlar üç yaşı ile beş yaş arasında çocuk babayla özdeşim yaparak erkeksi bir masküler kazanırken, kız çocuk anneyle özdeşime devam eder, cinsel kimlik anlamında femilen bir özdeğişim yapar. Cinsel kimliği oluşuyor. İşte anne baba o dönemi bu şekilde desteklerse cinsel kimlik oluşumunda hiçbir problem olmaz. Ama bazı ailelerde mesela işte beş tane erkek çocuk olmuş, altıncısı da erkek olmuş kız gibi büyütülür, bu çocuğun cinsel kimliği karmaşıklaşır eşcinselliğe veya cinsel kimliği değiştirmeye dönüştürülebilir. O dört beş yaşındaki çocuğa yapılan femilen yaklaşımlar neden olur. Veya beş tane dört tane kız çocuğun üzerine beşinci kız oluyor. Erkek çocuk beklentisi var ve son çocuğun saçlarını kısa kestirip erkek olarak yetiştiriyor. Erkek gibi davranıyorlar, masküler gibi davranıyorlar. Aynı şekilde cinsel kimlik bocalanmasına veya cinsel kimlik yaklaşımı anne baba yaklaşımı nedeniyle dört-beş yaşlarında hatalı yönlendirme ve cinsellik tamamen kayabilir. Bu dörtlü beşli iki yıllık süreçte olunan bir hikaye. Cinsellik kimliğimiz bu manada sanal sonradan alırız biz. Eşselsel organlarımız genetiktir. Kesesel organlarımız da dört ayı beş ayıda aynıdır. Kadın erkek. Beşinci ayından sonra farklılaşır anne rahminde. İşte erkeğin yumurtalıkları dışarıya doğrudur. Kanınki içeriye doğrudur. Erkeğin testisleri büyürken kanının ki de klios olarak küçük kalır, aynı cinsel organlardır ve bunları beşinci aydan sonra farklılaşır hormonların etkisiyle değişir. Cinsel kimlik ise, sonradan edinen kendilik tasarımı içerisinde bir şeydir. Nasıl ki tabloda oluşum itibariyle anneyle beraber kendilik oluşumları, dört yaşında o kendilik oluşumların bir halkası da ben hangi cinstenim kavramı başlıyor. Anne babası hangi cinsten bakarsa siz o cinsten birisiniz.
Katılımcı: Aile içerisindeki ilişkilerde annenin baskın olması veya babanın baskın olmaması neye bağlıyorsunuz?
Tabii eşcinsel yapılandırmaların bir kısmında mesela babanın daha çok sevilen annenin daha çok baskı kurması faktörlerden birisidir. Babanın öyle birşeyi olmaz. Yani bir takım şeylerde belirleyici rol oynuyor. Her masküler anne modelinde böyle bir olacak diye şart yok ama istatistiksel olarak baktığımızda böyle bir eylim daha net oluyor.
Katılımcı: Bugün anne babaya çok fazla yük bindiğini ve çocuk yetiştirmede özellikle anneye. Böyle bir düzende anlatıldığında bu da çok doğal oluyor. Burada çok çekirdek aile sözkonusu, çok ender olan yoğun özdeşdeştirme model olan sözkonusu. Başka kimse yok anneyle babaya bakıyorsun
Şimdi burada çocuk yetiştirme dediğimiz hadise aslında binlerce yıldır gelen insan ilişkilerini kültürel kökünün sonucunda oluşur. Siz eğer kültürlere uyma hareketi ederseniz hiçbir problem çıkmaz. Yani Orda geleneksel yapı doğum gününde, çocuğun evlenmesine kadar geçen her gün dizayn yapılmıştır. Yaklaşım şekli, kimlik oluşumu, erkek çocuğa nasıl davranılacak, kız çocuğa, nerde kalınacak, nasıl yapılacak o geleneksel yapının içinde bunlar var. Bu yapılar aktarılınca otomatik olarak nesilden nesille sağlıklı kimlikler devam ediyor. Ama bizim temel problemimiz o geleneksel yapını durumlara uğradığı parçaları bir süreçten geçiriyoruz. Geleneksel kültürü, bireysel kültüre dönüştüğü geleneksel ayrı çekirdek ayrı dönüştüğü bir dönemdeyiz. Bu yüz-yüzeli yıldır devam ediyor bir süre daha devam edecek. İşte bu değişme uygun çocuk yetiştirme kültüre dönüşüyor. Dolayısıyla yeni yetişen çocuklar eski kültürüne ait bilgiler aktarılmıyor, yeni kültüre yeni bir sentez oluşturulmamış beraber yeni yapı ortaya çıkıyor ki kendilik tasarımlarına çok ciddi çelişkiler oluyor. Anne babanızdan gördüğünüzün aynısını yaşarsınız. Bunu kitaba bakarak, Tahir Bey’in kitabında ne yazıyordu ona göre davranayım derseniz o garip bir şey olur.
Katılımcı: Çocuk anne babalarıyla insanlarla daha çok bir araya geldiğinde daha sağlıklı oluyor.
Bu hoş bir şeydir. Bunu söyleyeyim anne babalar sağlıklı ise kendi problemleri yoksa hiç bir şey yapmalarına gerek çocuk sağlıklı olur. Ama anne baba bozuksa ne kadar uğraşırlara da geçer.
Katılımcı: Ergenlik döneminde her şey aileden bitiyor?
Hayır. O ergenlik döneminde kendi seçimleri oluyordu. Kimlikler rol denemeleri vardı. Orda patolojik kimliklerde edinebilir, sağlıklı kimlikte edinebilir belki bu mevcut yapılar değiştirilebilir de. Oradaki arkadaşlıkları, dostlukları öncelikleri, evlilik dönemleri çok önemli bunlardan. Ergenlikte çok zordur. Kimlik netleştikten sonra o değişim çok zordur. Ancak psikoterapi süreçleriyle yapılan değiştirme olası olabilir. Yoksa o yaştan sonra obsesif oldu, o yaştan sonra paroid oldu, yok bu olmuyor.
Katılımcı: Özellikle narsisizm kişiliklerini konuşursak, narsisizm kişilik örgütlenmesini için konuşursak bu kişinin yakınları onun içgörüsünü atmak için yapılabilecek bişey varmı. Veya psikoterapi sistemiyle nasıl oluyor?
En zor yerden sordun, Narsisist yapılar belirli bir yaşa kadar zaten hiç bir şeyi kabullenmeyip içgörümüne almazlar ama kırklı yaşlarda sonra bunlardan bir boşluk duygusu bir depreşik duygu çıkıyor. Bir takım paronayak düşünceler çıkıyor, ölüm korkusu, panik atak bu nedenle bize geliyorlar. Başka çözüm yolu o yapıya geldiğimiz zaman kaynağında narsisist yapı olduğunu görüyoruz. O zaman ona içgörü kazandırmasına neden olabiliyor. Fakat mesela genç arkadaşlarla ilgili, narsisist yapılarla ilgili bana geliş nedenlerine baktığımız zaman işte şöyle diyorlar o çok acayiplerine gidiyor. Ya seni çok seviyorum ama senin yanında kendinim bir çanta gibi hissediyorum veya bavul gibi hissediyorum (eşya gibi) ve bana bunu veriyorsun bunu anlayamıyorlar.
Doktor bey ben dünyanın en iyi kocasıyım diyor eşim böyle böyle diyor onda çok seviyorum bu nasıl bir şey. Bu eşler tarafından bu cümleler onların doktora gelmesini neden oluyor ve onu anlattığım zaman onlara ne demek istediğini kavrayabiliyorlar. Bu çok tehlikeli bir şey ya ben insanlara değer vermiyor muşum, ben değer verdiğimi zannediyor muşum, onlar benim uzantımmış her şeye ben istediği zaman bir yere koyuyormuşum ihtiyacım olduğunda anında gel diyormuşum.
Katılımcı: Efendim kız çocuğu bebeklik itibaren annesi tarafından bakılıyor. İşi baba yapıyor. Beslemede aldığı besini ileriki yaşlarda bu çocukta bir problem ortaya çıkabiliyor mu?
Anne çalışıyor, baba bakıyor.
Katılımcı: İkisi de çalışıyor ama anne benim yeğenim.
Baba sağlıklı olarak ilgileniyorsa bir problem olmaz. Ama sadece ödipal dönemlerinde dediğimiz dört-beş yaşında çocuğun babaya ilgisi daha da yoğunlaşır. O ilgi ensesse sağduyusu, cinsel içerikli veyahut da sahip olma içerikli. Hayır, sen babanla böyle bir benim kocam olur musun cümleleri sarf olarak kullanıyor. Hayır, ben senin kocan olamam sen benim kızımsın ben senin babanım. Sana fıstık gibi kocalar bulacağız. Sadece bu. Burasıda kesin ve net bir çizgi çizdikten sonra hiçbir problem olmaz
Katılımcı: Ben bir şey sormak istiyorum. Bilmiyorum konuda uzaklaşmış olurmuyum. Ama ön travmalar sonucu tacizle terk etme. Çocukluğunda baba tarafından terk edilip babanın başka bir ailesi seçmesi çocukla ilgilenmemesi sonucunda yaşanan ön travmalarda çocuk babayı aşırı yüceltme anneyi kendisini sahiplenmiş olan anneyi aşırı ret etme psikolojisi içine giriyor. Bu nasıl açıklanabilir? Bu bir agresörle özdeşleşme sürecine veya kendisini çok değersiz olduğuna inandığı için verilen ters bir ilişkimidir. Bu nasıl açıklanabilir?
Bu çocuğun babasının ayrılma dönemiyle yakından ilintilidir. Eğer dört beş yaşlarında yani ihtibar Döneminde baba ayrılmışsa çocuk babaya aşık döneminde, dünyanın en yüce insanıdır. Bu dönemde gidiyorsa baba, babanın suçlanması yerine bunu gönderen anne suçlanıyor. Çünkü orda anne rakiptir ve düşmandır. Ama bu dönem atlatılmış veya bu dönemden önceyse.
Katılımcı: Öncesi olduğunu düşünüyorum?
Öncesi olduğunu düşündüğümüz dönemlerde bağlama ve ayrışma süreçleri var. Nesneyi kaybetme karşı tahammülsüzlükleri var. Onlarla ilgili savunma düzenekleri çıkartıyorlar.
Katılımcı: Orta da tek bir nesne var. Öfkeyi yönlendirecek obje yok. Orta da sadece anne var, anneyle kala kalmış veyahut diyelim ki annesi terk etmiş babayla kala kalmış ama yöneltebilecek tek bir obje olduğu için mi öteki tarafı aşırı yüceltiyor öbür tarafı bu nasıl bir çelişki?
Birçok versiyonu olabilir, bireyin savunma düzenekleri görmek lazım. Anne baba ilişkileri görmek lazım. Sadece sübjektif yorum olur bizim yardım edebileceğimiz şey. Orda mesela hüznü kabullenememek, kaybı kabullenememek, hala zihninde babayı kutsal olarak tutmak ve tanrısal olarak anneyi suçlamak.
Katılıcı: Bir örnek verebilir miyim. Agresesörle özdeştirmek.
Tam oturmuyor. Agresesörle özleştirmek bir daha farklı birşey. Mesela rehin alınan insanların o terör örgütün üyesi olması lazım. Bu agresesörle özleşmiyor, fragmanı çözer gibi. Onun karşısında çok zayıf hissediyor o anda o terör örgütün veya o grubun içerisine girdiği zaman kendini güvende hissediyor. Kendini güvende hissediyor. Bu otomatik çalışan birşey. Daha sonra o terör örgütünün ne kadar haklı olduğu ne kadar büyük işlevler yaptığı ile ilgili aktiveleştirici mekanizmalar çalışıyor. Bu çok bilinen bir yöntem. Yani şiddete maruz kalmış veya terör örgütüne rehin kalmış insanların birçoğu dünyanın her bir yerinde büyük ölçüde o terör örgütün üyesi olabiliyorlar. Çünkü o travmayı sindiremiyorlar, psikolojik bir mekanizma.
Katılımcı: Ortak bir şablon yok kişiselleşen agresesörler diyorsunuz.
Tabii herkes sübjektiftir, herkesin özeli vardır. Çünkü binlerce datadan bir kombinasör çıkıyor, o dataları hekim olarak dinleyip nasıl birşey olduğunu ayırdamak lazım ve sağlamlamasını yapmak lazım. Biraz önce beyefendinin sorusunda genel şablonu anlattım. Onun özeline uymayabilir tabii ki.
Katılımcı: Her aile çocuğu için ders alanları ve sosyal aktiviteleri içinde özel dersler aldırıyorlar. Özellikle erkek çocuklar için modern dans gibi, eğitimler bundan sonraki yaşlarda sorun çıkartabiliyor mu? Özellikle cinsel tercihler açısından bu çok önemli gördüm. Hatta şöyle bir şey var bir arkadaşım vardı çok normal davranırdı ama daha sonra cinsel tercihi değişim oldu bunun sebebi ne olabilir. İnsanlar artık çocuklarını yanı erkek çocuklarını erkek sporlarına, kız çocuklarını kız sporlarına yönlendirmeleri mi gerekiyor?
Bu konuştuğunuz şey baştan sonuna kadar tercihlerle dolu aslında. İlla ki erkek veya kadın olmak tercihine koyuyorsunuz. Ben öyle bir tercih koymuyorum diyelim insan mısın, üçüncü cins olabilir farklı bir cins olabilir. Ne yaptım kategorize ettim, senin değer yargılarını, aldığın eğitimini, kültürünü ve yansımanı çıktı ortaya. Ben dedim ki erkek çocuğum erkek gibi olsun, kız çocuğum kız gibi olsun ama aynı zamanda bir entelektüel insan erkek çocuğuna da güzel sanatları öğretmek istiyorum diyorsun.
Katılımcı: Evet.
Şimdi yine kültürel kalıntılar binlerce yıl kültürel kalıntılardan erkek ve kadının kimliğinde daha uygun meslek ve yönelimlerle ilgili alanlar yaratmış. Kadın kadınsı bir takım alanlarda daha başarılı ve becerikli o kadınlığı oluşturuyor. Erkekse erkeksi alanlarda bir takım başarı ve beceriyi o da erkekleri oluşturuyor. Bu yapıları kodlar olarak karıştırdığımızda cinsel kimlik karmaşası da mümkün olabilmektedir. Özellikle sanatsal aktivitelere yönelmiş erkek çocuklarda daha nazik daha narin daha duygusal düşünen bir takım yetiler oluşuyor. Bu yetilerle daha çok femiler karakterlerde olan yetilerdir. Bu yetiler ile femiler karakter arasındaki ilişkide erkek grup onu dışlıyor, kadın grubun içine aldırıyor ne yapıyor, zarif olacak, estetik olacak, ince olacak. Erkeksi özelliklerde bunlar yok yani genelleksel kültürün getirdiği özelliklerdir. Bu sanatsal derinlikte çocuğun sanatsal yetilerde zekası müthiş bu sanat olabiliyor, müzik olabiliyor vs. o da gittikçe zayıflayacak, estetize yapıp femiliye kayıyor. Çünkü duygusal anında duysallık kime has bir şey daha çok femiler yapıya has olan bir şey. Cinsel kimlik karmaşa, red kabul sistemine yavaş yavaş kendisi bir cinsel kaybına doğru eğilim gösterebiliyor.
Katılımcı: Bu arada dengeyi nasıl, mesela futbolla ilgilenmiyor, basketbolla ilgilenmiyor daha doğrusu erkeklerin daha çok ilgilendiği spor dalları sosyal aktiviteler falan alakası yok modern dans veya bale dansı için dışarıda ezik olabiliyor. Bazen tartışan bilgiye yeniliyor daha kibar.
Ben sadece bir alana Hümamsın değildir. Özellikle üç yaşında çocuğun yetiştirilmesi anne baba ilişkileri zaten bir femilen kayma yaratmıştır. O femilen kaymayla bu tip sanatsal aktiviteler daha da beslemiştir. Tek bir faktörle olmaz.
psikoterapi.com adresinden alınmıştır.
Comments